EDEBİYATTANZİMAT 1. DÖNEM EDEBİYATI

TANZİMAT 1. DÖNEM EDEBİYATI

TANZİMAT 1. DÖNEM EDEBİYATI

TANZİMAT 1. DÖNEM EDEBİYATI

BİRİNCİ DÖNEM SANATÇILARI (1860 – 1878)

Tanzimat Edebiyatı’nın temel nitelikleri bu dönemde ortaya çıkar. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Vefik Paşa, Şemseddin Sami, Ali Suavi’nin oluşturduğu 1. Dönem Tanzimat sanatçılarının hemen hepsi devlet kademesinde görev almış ve siyasi mücadelenin içinde yer almıştır. 1. Dönem Tanzimat sanatçılarının sanat anlayışları şöyle özetlenebilir:

“Sanat, toplum içindir” görüşünü savunmuşlar ve eserlerini bu amaçla yazmaya çalışmışlardır.

Eserlerini halkı eğitmek düşüncesiyle yazdıkları için dilde sadeleşmeyi amaçlamışlar ancak bunda başarılı olamamışlardır.

Fransız edebiyatını örnek almışlar, Fransa’da ortaya çıkan romantizm akımının etkisinde kalmışlardır.

Batı edebiyatındaki roman, makale, deneme, eleştiri gibi yazın türleri edebiyatımızda İlk defa bu dönemde görülmüştür.

Ortaya koydukları romanlar, teknik bakımdan kusurludur. Uzun betimlemelere, beklenmedik tesadüflere yer verilen romanlarda olayların akışına müdahale edilir ve okura uzun uzadıya bilgiler verilir.

Şiirde divan edebiyatı nazım biçimlerini kullansalar da, içerik olarak adalet, hürriyet, zulüm gibi yeni konuları ele almışlardır. Şiirin konusunu olabildiğince genişletmeye çalışmışlardır.

Şiirde biçim güzelliğini değil, içeriği ön plana çıkarmışlardır. Çünkü şiiri, düşüncelerini aktarmada bir araç olarak kullanmışlardır.

Türk edebiyatında noktalama işaretleri ilk defa bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır. Çeviri edebiyatı, gazetecilik bu dönemde görülür.

Şimdi 1. Dönem Tanzimat sanatçılarını sırasıyla inceleyelim:

İBRAHİM ŞİNASİ (1826 – 1871)

Şinasi, Batı etkisindeki Türk edebiyatının öncü yazarlarındandır. Edebiyatımızda yenileşme Şinasi ile başlar. İlk şiir çevirileri, İlk yerli tiyatro eseri, ilk makale, ilk özel Türk gazetesi ona aittir. Edebiyatımızda noktalama işaretlerini ilk defa Şinasi kullanmıştır.

Edebiyatımızda ilk olarak halk kaynaklarından yararlanır; dil ve folklor çalışmaları yapar. Şiirde biçim olarak divan edebiyatı nazım biçimlerine bağlı kalsa da birtakım değişiklikler yapar. Divan edebiyatındaki “parça güzelliği” anlayışına karşı “bütün güzelliği”, “konu birliği” görüşünü savunur. “Halk, vatan, millet” kavramlarını ilk olarak o kullanır. Türk şiirini söz oyunlarından kurtarır, şiirimize konuşma dilini getirir, şiirde kompozisyon bütünlüğü onunla başlar. Şiiri mecazlardan arındırıp yalın bir dil kullanır. Soyutluktan vazgeçer, somut bir anlatımı yeğler. Şinasi, veciz söyleyişleri sever, üslubunda kısa ve özlü sözler kullanır. Onun şiirleri yalın ve akılcıdır. Amaç düşüncelerini aktarmak olduğu için şiirleri lirizmden uzaktır.

Şiirlerinin düşünceye dayalı oluşu, okura düşüncelerini aktarma isteği, şiirini olumsuz etkilemiştir. Bu yüzden edebiyatımızda şairlik yönüyle değil de şiire getirdiği yeniliklerle ünlenmiştir.

Şinasi, halka karşı büyük bir sorumluluk duygusu taşır.

Yazı dilini sadeleştirmek, halkın anlayacağı bir dil kullanmak amacındadır. Bu bakımdan dilde sadeleşme hareketine öncülük etmiştir.

Şinasi’nin düşünce sistemi, akıl ve mantığa dayanır. Bu yüzden nesirlerinde, düşünceleri ön plandadır.

Nesirlerinde kısa cümleli bir anlatım göze çarpar. Halkın kolaylıkla anlayabileceği bir tarzda yazmayı amaçlayan sanatçı, düşüncelerini, yalın, açık bir dille aktarır.

Söz oyunlarından kaçınır, doldurma sözlere yer vermez. Nesir alanında da komposizyon yeniliğiyle karşımıza çıkar.

Türk edebiyatında nesir, Şinasi ile başlar.

Dil onunla bir disipline girer. Nesrimize yazı dili özelliği kazandırır.

Şinasi’nin önemli özelliklerinden biri de gazeteciliğidir. 1860’ta Agâh Efendi ile birlikte edebiyatımızın ilk özel gazetesi olan Tercüman-ı Ahval’i çıkarır. 1862’de kendisi Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarır. 1865’te gazeteyi Namık Kemal’e bırakarak Paris’e gider.

Eserleri:
Tiyatro: Şair Evlenmesi
Şiir: Müntehabat-ı Eş’ar (Kendi yazdığı şiir kitabı) Tercüme-i Manzume (Çeviri Şiir)
Düzyazı: Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr
Atasözleri Derlemesi: Durub-ı Emsal-i Osmaniye

Şair Evlenmesi

Edebiyatımızda Batılı anlamda ilk tiyatro eseridir. Batı tarzında yazılmasına karşın geleneksel Türk tiyatrosunun da etkisini taşıyan “Şair Evlenmesi”, eski ile yeni, Doğu ile Batı arasında bir köprü olma niteliğine sahiptir. Bir töre komedisi özelliği taşıyan “Şair Evlenmesi”, görücü usulüyle evliliğin sakıncalarını konu almaktadır. Batılı tutum ve davranışı, kılık ve kıyafetiyle pek sevilmeyen, eğitimli olmasına rağmen saf bir yapıya sahip Şair Müştak Bey, sevdiği Kumru Hanım’la, kılavuz ve yenge hanımlar aracılığıyla, yani görücü usulüyle evlenmiştir. Nikâh sonrasında kendisiyle evlendirilen kişinin, Kumru Hanım’ın çirkin ve yaşlı ablası Sakine Hanım olduğunu görünce önce bayılır, şaşkına döner; sonra duruma itiraz eder. Mahallelinin de işe karışmasıyla iş çığırından çıkar. Başına gelenleri kabul etme mecburiyetinde kalan Müştak Bey’in imdadına arkadaşı Hikmet Bey yetişir. Hikmet Bey’in mahalle imamına  verdiği rüşvetle olay ilk başta çözülür gibi görünse de, yapılan hile sonuçsuz kalır.

Tercüme-i Manzume

Şinasi’nin şiir alanındaki ilk eseridir. Fransız şiirinden yaptığı çevirilerin yer aldığı bir kitaptır. La Fontaine, Racine ve Fenolon’un şiirlerini Türkçeye çevirerek bu eserinde toplamıştır. Şinasi’nin bu eseri ortaya koymasındaki amacı Klasik Fransız şiirini tanıtmaktır.

Durub-ı Emsal-i Osmaniye

Şinasi’nin, Türk atasözlerini derlediği bir eseridir. Türk atasözlerini derli toplu bir arada görmek bakımından son derece önemli bir eserdir. Atasözleri alanında araştırma yapanların başvurduğu bir kaynak eser niteliğindedir.

ZİYA PAŞA (1825 – 1880)

Şinasi ve Namık Kemal’le birlikte, Tanzimat’la başlayan Batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç sanatçıdan biridir. Ziya Paşa, Meşrutiyetçi, toplumcu bir şairdir. Fransız İhtilali’nin getirdiği düşüncelerden etkilenmiştir. Yenilikçi düşünceye sahip olsa da divan şiiri geleneğinden bir türlü kopamaz.
Şiirlerinde hece ölçüsüyle yazdığı bir türküsü dışında aruz ölçüsünü kullanır. Oldukça ağır bir dil kullandığı şiirleri düşünce ağırlıklı olduğundan öğretici niteliktedir. Ziya Paşa, padişaha ve Reşit Paşa’ya kasideler yazmıştır. 1859’da yazdığı “Terciibent” şiiriyle tanınmıştır. Divan şiiri geleneğine bağlı kalmıştır. Lirik şiirlerinde eski şiirin bütün estetik ögeleri yer alır. Tanzimat döneminin getirdiği “hak, hürriyet, adalet vb.” kavramların yanı sıra “insan, yaşam, kâinat vb.” metafizik konuları şiirlerinde ele alır. Rindane özellikler taşıyan aşk şiirlerinin yanında asıl ününü sosyal konularda yazdığı hicivleriyle elde etmiştir. Ziya Paşa’nın şiirlerindeki, özellikle “Terciibent” ve “Terkibibent”lerindeki birçok beyit, atasözü gibi dilden dile dolaşıp günümüze kadar ulaşmıştır.
Örnek:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”
“Bed asla necabet mi verir hiç üniforma
Zerdûz palan ursan eşek yine eşektir”

beyitleri bunlar arasındadır.
Hürriyet gazetesinde çıkan “Şiir ve İnşa” makalesinde divan edebiyatı geleneğini eleştirir. Halk şiirinin, bizim gerçek şiirimiz olduğu inancını, yazı dilimizin halkı temel olarak alması gerekliliğini savunur. Ziya Paşa, daha sonra Türk, Arap ve İran şairlerinden seçtiği şiirlerden oluşan “Harabat” adlı antolojisinin ön sözünde ise divan edebiyatına övgüler düzer. Bu durum, Ziya Paşa’nın, sanat anlayışı bakımından çelişkiler yaşadığını, özellikle eski-yeni arasında gidip geldiğini göstermektedir. Ziya Paşa’nın içine düştüğü bu çelişki Namık Kemal’in tepkisine yol açar. Ziya Paşa’nın “Harabat” adlı eserine karşılık Namık Kemal, “Tahrib-i Harabat” ve “Takip” adlı eserlerini yazar. Bu eserlerinde Ziya Paşa’yı ağır bir biçimde eleştirir. Ziya Paşa’nın nesri de şiiri gibi sağlam yapılıdır. Dili, zamanına göre oldukça sadedir. Nesirlerinde bireysel gerçeklerle toplumsal sorunları yansıtma başarısı gösterir. Şiir, makale, hiciv-mizah, antoloji, edebiyat tarihi türlerinde eserler yazar. Paris’te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapar.

Eserleri:
Şiir: Zafernâme, Harabat, Eş’ar-ı Ziya, Terci-i Bend, Terkib-i Bend
Mülakat: Rüya
Anı: Defter-i Âmal
Çeviri: Engisizyon Tarihi, Endülüs Tarihi, Emil

Zafername
Nazım-nesir karışımı bir eserdir. Ziya Paşa’nın hiciv tarzında yazdığı bir eserdir. Dönemin sadrazamı Ali Paşa’yı eleştirmek için yazmıştır. Mizahî yönleri de bulunan bu eser “kaside, tahmis, şerh” olmak üzere üç bölümden oluşur.

Harabat
Türk, Arap, İran şairlerinin şiirlerinden oluşan üç ciltlik bir antolojidir.

Eş’ar-ı Ziya
Kendi yazdığı şiirlerinin bulunduğu, ölümünden sonra yayınlanan, şiir kitabıdır.

Terkib-i Bend ve Terci-i Bend
En çok okunan, beğenilip ezberlenen, atasözü gibi dillerden dillere dolaşan beyitlerle dolu şiir kitabıdır.

Rüya
Edebiyatımızdaki mülakat (röportaj) türündeki ilk nesir olarak kabul edilir. Ziya Paşa, “Rüya”yı karşılıklı konuşmalar biçiminde yazmıştır. Yine bu eserinde Sadrazam Ali Paşa’yı eleştirmiş, onun kötü bir yönetim göstermesinden ötürü görevden alınması gerektiği üzerinde durmuştur.

Defter-i Âmal
J. J. Rousseau’nun “İtiraflar” adlı eserinin etkisiyle yazdığı, anılarını anlatan yarım kalmış bir eserdir.

Engizisyon Tarihi, Endülüs Tarihi: Her ikisi de çeviri eserdir.

Emil: J. J. Rousseau’dan çok güzel bir dille çevirdiği eserdir.

NAMIK KEMAL (1840 – 1888)

Türk edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Türk milletine öz benliğini, millî ve manevi değerlerini, vatan topraklarını korumak şuuru kazandırmak için şiirler yazmıştır. Yazdığı bu şiirlerden dolayı “vatan şairi” olarak nitelenmiştir. “Vatan şairi” olarak bilinmesinde ondaki güçlü vatan sevgisi de etkili olmuştur.

Namık Kemal, sanatı, halkı bilinçlendirip ona fayda sağlamak, düşüncelerini yaymak için bir araç olarak kullanır. Hemen her türde başarılı eserler verir. Siyasetle çok içli dışlı olduğundan bir dönem sürgün hayatı da yaşayan

Namık Kemal’in eserlerinde “vatan sevgisi, hürriyet” önemli bir yer tutar.

Şiirlerinde biçim bakımından eskiye bağlı kalsa da “vatan, millet, hürriyet, hak, adalet” gibi yeni kavramları ele alır.

Söz oyunlarından, sanatsal ifadelerden arınmış bir şiir dili kullanır.

Savunduğu düşünceyi, şiirlerinde açıkça ortaya koyar.

Sanatçı, her an yeniliğin peşinde olur.

Namık Kemal, yüzyıllar boyu süren insanın güçsüzlüğü fikrine karşı çıkar ve insanın bir kahraman olduğu görüşünü savunur.

Düşüncelerini geniş halk kitlelerine yaymayı hedeflediğinden anlaşılır ve hitabete uygun bir nesir peşindedir.

Türkçenin kurallarını eksiksiz düzenlemek, halkın kullandığı kelimeleri benimsemek, dili oluşturan ögelerin yazım ve anlam bakımından olgunluğa erişmesini sağlamak, dili sanatlı söyleyişin baskısından kurtarmak amacını taşır.

Kısacası halk dilini kullanmayı amaçlayan Namık Kemal, bunu büyük ölçüde gerçekleştirmiştir.

Özellikle tiyatro eserlerinde günlük konuşma dilini kullanmıştır.

Namık Kemal, divan edebiyatına şiddetle karşı çıkmış, çoğu zaman bu edebiyatı ağır bir biçimde eleştirmiştir.

Hatta kimi zaman divan edebiyatına karşı gerçek dışı suçlamalar yöneltmiştir.

Aruz ölçüsüne karşı hece ölçüsünü savunmuş, kafiyeyi de gerekli görmemiştir. Ancak hece ölçüsüyle çok az şiir yazmıştır. Üstelik şiirlerinde güçlü bir kafiye düzeni olduğu görülmektedir.

Namık Kemal’in tüm bunları divan edebiyatını eleştirmek, yeni edebiyatı yerleştirmeye ve etkinleştirmeye çalışmak için yaptığı söylenebilir.

Vatan şairi, şiirlerinde divan şiiri nazım biçimlerini kullanmasına karşın içerikte değişiklikler yapar.

O, yeni konuları, yeni düşünceleri gazel, kaside gibi eski nazım şekilleriyle yazdığı şiirlerinde ortaya koyar. Şairin, gazellerden oluşan bir Divan’ı vardır.

Namık Kemal’in nesri, şiirlerinden daha güçlüdür. Nesirlerinde sağlam bir dil kullanmıştır.

Bilgiler, düşünceler içeren nesirleri, hareketli, heyecana getirici cümlelerle örülüdür.

Cümlelerin mantık kurgusu son derece sağlamdır.

Nesirlerinin en önemli özelliği, hitabet havası taşıması, bir topluluğa düşüncelerini sanki haykıracakmış gibi durmasıdır.

Yer yer seciler kullandığı süslü dili, onun nesirlerinin okunmasını engellememiştir.

“İntibah” adlı romanı edebiyatımızda sanat değeri taşıyan ilk roman kabul edilir.

Yine “Vatan yahut Silistre” adlı tiyatro eseri yazıldığı dönemde büyük yankılar uyandırmıştır.

Özgürlüğü konu alan “Hürriyet Kasidesi” de oldukça ünlüdür.

Romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren sanatçılardan biri olmuştur.

Oyunlarını “Tiyatro, bir eğlencedir fakat eğlencelerin en faydalısıdır.” düşüncesiyle yazmıştır. Oyunlarını yazmaktaki amacı eğlendirirken topluma faydalı olabilmektir.

Namık Kemal’in, gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yeri vardır. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayımlanmıştır. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda beş yüze yakın makale yazmıştır.

Eserleri:

Roman: İntibah, Cezmi

Tiyatro: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Gülnihal, Akif Bey, Celaleddin Harzemşah, Kara Bela

Eleştiri: Tahrib-i Harâbât, Takip, Renan Müdafaanamesi, Mukaddeme-i Celal

Düzyazı: Devr-i İstila, Barika-i Zafer, Evrak-ı Perişan, Kanije, Silistre Muhasarası (Tarihi Eser)

İntibah

Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de Türk romanında bir başlangıç sayılır İntibah. İyi yetiştirilmiş bir genç olan Ali Bey, İstanbul’da Çamlıca’da Mahpeyker adlı kötü bir kadına tutulur. Annesi, Ali Bey’i bu kadından ayırmak için evine Dilaşup adlı cariyeyi alır. Terk edildiğini anlayan Mahpeyker, Ali Bey’den öç almak İster. Mahpeyker, Dilaşup’a iftira ederek Ali Bey’i öldürtmek ister. Dilaşup, Ali Bey’i ölümden kurtarır, ama kendisi ölür. Ali Bey de Mahpeyker’i öldürür ve hapse atılır. Ali Bey daha sonra hapisteyken ölür.

Cezmi

Türk Edebiyatının ilk ve en önemli tarihi romanlarından biri olan Cezmi, aşk ve kahramanlığın, esaret ve zaferin iç içe yaşandığı güçlü bir Namık Kemal romanıdır.

II. Selim zamanında Türk-İran seferlerine katılan Cezmi; bilge, şair, savaşçı bir kahramandır. İstanbul’da başlayan olaylar Kırım topraklarına kadar uzanır. Kırım Hanları Adil ve Gazi Giray’ın İran sarayına esir düşmelerinin ardından Cezmi’yi büyük görevler beklemektedir.

Vatan yahut Silistre

Edebiyatımızda sahnelenen ilk tiyatro eseridir. Toplumumuzun bozulan moralini düzeltmek amacıyla yazılır. Silistre bugünkü Bulgaristan’da Tuna Irmağının kıyısında, bir kenttir. 1388 yılında Türkler tarafından fethedilen Silistre, 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında çok kalabalık bir Rus ordusu tarafından kuşatılmış, Musa Hulusi Paşa kumandanlığındaki Türk kuvvetleri kırk gün boyunca, kaleyi kahramanca savunurlar. Kitapta, asıl verilmek istenen “vatan sevgisi”dir. Bunun yanında, Silistre Kalesi’ne yardıma koşan gönüllüler ve bunlardan İslam Bey ile Zekiye’nin aşkı da anlatılmaktadır.

Tahrib-i Harâbât

Namık Kemal, bu eserini Ziya Paşa’nın yazmış olduğu “Harabat” adlı eserine karşı yazar. Amacı Ziya Paşa’nın çelişkili düşüncelerini eleştirmektir. Namık Kemal, Ziya Paşa’ya yönelik eleştirilerini “Takİp” adlı eseriyle sürdürür.

AHMET MİTHAT EFENDİ (1844 – 1913)

Türk edebiyatının en üretken sanatçılarındandır. Ahmet Mithat Efendi; roman, hikâye, anı, eleştiri, çeviri gibi türlerde iki yüze yakın eser vermiştir.

Edebiyat, tarih, ziraat, coğrafya, iktisat gibi birçok alanda eseri vardır.

Onun bir diğer özelliği de gazeteciliğidir. Çıkardığı gazeteler de önemlidir.

Eserlerinde sade ve anlaşılır bir dil kullanmaya özen göstermiştir.

Kendisini halkın öğretmeni gibi gören yazar, eserlerini halkı eğitmek ve bilgilendirmek, halka kuma zevki aşlamak için kaleme almıştır. Halkın psikolojisin çok iyi bilir.

Halka yakınlığı ve onları aydınlatmaya çalışması nedeniyle “hâce-i evvel” (ilk öğretmen) olarak anılır.

Akla gelebilecek her türlü konuda halka ders vermeye çalışır.

Halk arasında okuma hevesini ve merakını uyandırmaya çalışır.

Eserlerini halk için yazdığından “halkın yazarı” olarak da nitelendirilir. Kalemin halkın eğitimi için kullanır. Ahmet Mithat, halk için yazmasına, halka okuma zevki aşılamaya çalışmasına karşın, eserleri sanatsal değerden yoksundur. Çok okuyup yazdığı için “yazı makinesi” olarak da anılmıştır.

Ahmet Mithat, döneminin en çok okunan romancısıdır. Ona göre, “Roman, bir insan topluluğu içinde görülen hallerden birisini ya da kimilerini kâğıt üzerinde koymak” tır.

O, romanla ilgili görüşlerini şöyle açıklar: “Roman, genel ahlakın tayin ettiği yaşantılar içinde oluşur. Avrupa’nın romanı nasıl kendine ait ise, bizimde romanımız kendimize ait olmalıdır. Avrupa’nın romanı nasıl kendine ait İse, bizim de romanımız kendimize aittir. Avrupa’nın kendi hayatımıza uymayan romanlarını örnek almamız yanlıştır. Milli bünyemize uyan romanı esas almalıyız. Milletin örf ve âdetleri, inanç ve davranışları romanı şekillendiren önemli unsurlardır. Roman milletle bütünleşmelidir. Millet başka, roman başka olmalıdır.” Ahmet Mithat, romanlarında kendi kişiliğini gizlemez.

Sık sık okuyucuya: “Ey kari! Ey karie!” diye seslenir. Okura kendi görüş ve düşüncelerini aktarır. Yerine göre okuyucuyla karşılıklı sohbet eder.

Onun olaya üçüncü bir kişi olarak karışması, kişisel düşüncelerini söylemesi, okura sorular sorup onları yine kendisinin cevaplaması, halk edebiyatındaki meddah tekniğiyle yakından ilgilidir. Romanlarında sorunlara çözümler getirir.

Romanlarının sonunda iyileri ödüllendirir, kötüleri cezalandırır. Romanlarında beklenmedik tesadüflere yer verir. Romanlarında Türk toplumunun o dönemdeki değer yargılarına, hayat görüşüne uygun, olumlu ve olumsuz tipleri ele alır. Halkın anlayabileceği yalın ve anlaşılır bir dil kullanır.

Ahmet Mithat’ın romanları, roman tekniği bakımından kusurlu sayılır. Çünkü romanlarının akışını keserek okura uzun uzun açıklamalar yapar, bilgiler aktarır. Ahmet Mithat’ın bir diğer özelliği de gazeteciliğidir. Gazeteyi, düşüncelerin halka aktarmada, halkı aydınlatıp Batı uygarlığı düzeyine ulaştırmada bir araç olarak görür. “Tuna, İbret, Devir, Bedir, Ceride-i Askeriyye, Basiret, Tercüman-ı Hakikat vb.” gazetelerde çalışır. Gazetecilikten yetişen bir yazar kimliği sergiler. Edebiyatımızda hikâyeci, romancı ve gazeteci olarak isim yapar.

Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarların yetişmesinde emeği vardır. Gazetelerinde bu yazarların yazılarını, eserlerini yayınlayarak onlara destek çıkar.

Ahmet Mithat, halkı bilgilendirmek, eğitmek amacıyla hemen her konuda eserler vermiş ve bu konuda başarılı olmuştur. Zaten o, eserlerini sanatsal kaygılarla ya da geleceğe kalmak için yazmamıştır. Onun sanatını böyle görmek gerekir.

Eserleri:
Roman: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, Felatun Beyle Rakım Efendi, Paris’te Bir Türk, Henüz 17 Yaşında, Dürdane Hanım
Hikâye: Letaif-i Rivâyât
Gezi: Avrupa’da Bir Cevelan
Gazete: Bedir, Devir, Tercüman-ı Hakikat

Felatun Beyle Rakım Efendi

Ahmet Mithat Efendi’nin, Rodos Adası’nda sürgün olduğu yıllarda yazdığı bir romandır. Bu romanın edebiyatımızda özel bir yeri vardır. Romanda iki tipin çatışması anlatılır. Felatun Bey, Batı’ya özenen, halktan uzaklaşan ve alafranga davranışlarıyla gülünç duruma düşen bir tiptir. Rakım Efendi ise, akıllı, yeniliklere açık, eğitime önem veren, çalışkan bir tiptir. Rakım Efendi, Ahmet Mithat’ın kendi yaşamından bir yansımasıdır adeta. İşte romanda bu iki tipin çatışması anlatılır.

Letaif-i Rivâyât

Edebiyatımızdaki ilk hikâye kitabı olarak kabul edilir. Letaif-i Rivayat, Ahmet Mithat Efendinin 1870-1894 yılları arasında neşrettiği yirmi beş kitaptaki otuz hikâye ve romandan meydana gelen külliyatın ortak adıdır. İçlerinde hacmi, kurgusu ve zengin kişi kadrosu veya kişilerin geniş bir çerçevede veriliş ile romanı olarak değerlendirilebilecek eserler de bulunmakla birlikte, bunların çoğunu “büyük hikâye” kategorisine koyabiliriz. Bu hikâyelerin çoğu, konusunu bizim hayatımızdan almakla birlikte içlerinde konusu Fransa’da geçen ve dolayısıyla kişi kadrosu yabancılardan oluşanlar da bulunmaktadır. Külliyatın yedinci kitabı ise bir tiyatro eseridir.

ŞEMSETTİN SAMİ (1850 – 1904)

Tanzimat Dönemi’nde dil, sözlük ve ansiklopedi alanında yaptığı çalışmalarıyla tanınan bir yazarımızdır. Yazı hayatına gazetecilikle başlar.

Doğu ve Batı dillerini iyi derecede öğrenir, çeviri çalışmalarıyla ilgi toplar. İlk çalışmaları dil yönünden zayıftır.

Daha sonra yazdığı “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” adlı romanda dile tam olarak hâkim olmadığı için eleştiriye uğrar.

Dil konusundaki çalışmalarının yanında tarih ve coğrafya ile ilgili araştırmalar da yapmıştır.

Sözlük ve ansiklopedilerin dışında roman, piyes ve makale türünde eserler vermiş, çeviriler yapmıştır. Ancak Şemsettin Sami, dil alanında çalışmalar yaptığından dilci olarak üne kavuşmuştur; roman ve oyunlarıyla bu türlerin gelişmesine katkı sağlamasına rağmen Türk edebiyatında roman veya oyun yazarı olarak pek anılmaz.

Şemsettin Sami, zamanının en büyük dil bilgini sayılmaktadır. Türk dilinin gelişmesi, sadeleşmesi, dil bilgisinin derlenip toparlanması ve sözlük oluşturulması için çok büyük çaba göstermiştir.

Yazarın edebiyat yaşamında çevirilerin önemli bir yeri vardır. Yaptığı çeviriler içinde “Sefiller” ve “Robinson” beğenilir. Metne olduğu gibi bağlı kalması, cümle yapısını korumaya çalışması ve üslup endişesi taşıması yönünden eleştirilir. O, yine de “metne bağlı çeviri” anlayışından vazgeçmez. Gazeteler, dergiler çıkarmıştır. Elliye yakın eser veren Şemsettin Sami’nin bazı eserleri basılamamıştır.

Eserleri:
Roman: Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
Sözlük (Lugat): Kamûs-i Türkî, Kamûsû’l Â’lâm, Kamûs-i Fransevî, Kamûs-i Arabî
Çeviri: Sefiller, Robinson, Şeytanın Yadigârları
Tiyatro: Seydi Yahya, Besa yahut Ahde Vefa, Gave

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

Türk edebiyatındaki ilk yerli roman olarak kabul edilir. Romanda görücü usulü evlilik ve bunun sakıncaları romantizm içinde ele alınır. Küçük yaşta babasız kalan Talat’ı, annesi Saliha Hanım büyütür. Talat’ın işe gidip gelirken uğradığı bir dükkân vardır, Hacı Mustafa’nın dükkânı… Hacı Mustafa, Fitnat’ın üvey babasıdır. Fitnat’ın annesi Zekiye Hanım, Fitnat’a hamileyken kocasından ayrılmış, Hacı Mustafa ile evlenmiş ve birkaç yıl sonra da ölmüştür. Talat, bir gün eve dönerken Hacı Mustafa’nın dükkânının üstündeki evin cumbasında Fitnat’ı görür; görür görmez de ona âşık olur. Fitnat da Talat’ı sevmektedir. Ancak Fitnat, Hacı Baba’nın korkusundan sokağa çıkamaz. Talat, çarşaf giyerek kadın kılığında eve girer ve Fitnat ile konuşur. Ne var ki Hacı Baba, Fitnat’ı Ali Bey adında zengin bir adamla evlendirir. Fitnat, Ali Bey’i yanına yaklaştırmaz. Kendi kendine kahreder ve kurtuluşu ölümde bulur. Fitnat, sevdiği gençten ayrılmanın derin üzüntüsüyle intihar eder. Fitnat’ın boynunda annesinin taktığı bir muska bulunmaktadır. Kocası olan Ali Bey, bu muskayı açıp okuyunca öz kızıyla evlendiğini anlar ve çıldırır. Talat’tan altı ay sonra Ali Bey de ölür.

Kamûs-i Türkî

Edebiyatımızdaki ilk sözlüktür. Bu sözlük, dilcilerin yararlanacağı bir başucu kitap niteliğindedir.

AHMET VEFİK PAŞA (1823 – 1891)

Aydın bir devlet adamı olmakla birlikte, asıl ününü edebiyat alanında ortaya koyduğu eserlere borçludur.

Ahmet Vefik Paşa, Batılılaşma sürecinde millî değerlere bağlı kalarak Türkçülük hareketini gündeme taşımıştır.

Giyinişinden, evinde kullandığı eşyalara kadar geleneklere bağlıdır. Her alanda kendi öz benliğimize dönmemizi ister. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca bilir; ayrıca İngilizce, Almanca, Latince, Rusça okuyup yazmaktadır.

Edebiyatımızda ilk adapte tiyatro oyununu yazan, Moliére’in hemen bütün komedilerini Türkçeye çeviren odur.

Anadolu Türkçesindeki sözcükleri ilk defa Ahmet Vefik Paşa toplamış, Orta Asya Türkçesinden, milliyetimizi ve tarihimizi aydınlatıcı eserleri dilimize kazandırmıştır.

Türk dili, Türk tarihi ve folklor alanındaki çalışmalarıyla edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Eserlerinde halkın anlayabileceği bir dil kullanır. Halka tiyatroyu sevdirmeye çalışır.

Ahmet Vefik Paşa’nın en verimli dönemi Bursa’da vali olduğu yıllardır. Valiliği sırasında Bursa’da bir tiyatro kurar. Moliére’den oyun çevirileri yapar ve bu oyunları sahneye koyar.

Ermeni oyunculardan bir tiyatro grubu oluşturur. Böylece Türk tiyatrosuna önemli katkılarda bulunur. Ahmet Vefik Paşa’nın en önemli yanı, Batılılaşma sürecinde Batı’ya öykünmeden millî değerlere bağlı kalması, milliyetçilik düşüncesiyle Türkçülük hareketini gündeme getirmiş olmasıdır.

Çalışmalarını dil ve tarih alanında yoğunlaştırır. Eserleri Türk gelenek ve göreneklerine uygun özellikler taşır. Kullandığı dil ve yerel söyleyişler, üslubuna daha bir canlılık kazandırır. Çevirilerinde halkın diline yer verir.

Eserleri: Hikmet-i Tarih, Şecere-i Türk, Fezleke-i Tarih-i Osmanî, Lehçe-i Osmanî

ALİ SUAVİ (1838 – 1878)

Türk edebiyatının düşünür ve yazarlarındandır. İleri sürdüğü düşüncelerle büyük etkiler uyandırır. Ali Suavi, medresede eğitim görür.

Bursa ve Filibe Rüştiyelerinde öğretmenlik, Galatasaray Sultanisi’nde müdürlük yapar. Bu dönemde Mustafa Fazıl Paşa’nın himayesi altındadır.

1866’da Muhbir gazetesinde yazılar yazmaya başlar. Bu gazetedeki yazılarında, camilerdeki vaazlarında devrin yönetimini eleştirdiği için Kastamonu’ya sürülür.

1869’da oradan Avrupa’ya kaçmıştır. Avrupa’da kaldığı yıllarda gazetecilik yapar; Londra’da Muhabir, Paris’te Ulum gazetelerini çıkarır.

1876’da yurda dönünce Basiret’te meşrutiyeti ve Mithat Paşa’yı sert bir dille eleştirir. İşsiz kaldığı bir sırada V. Murat’ı tekrar tahta çıkarmak için beş yüz kadar Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayı’nı basar.

Olay yerine yetişen Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa tarafından öldürülür. Tanzimat Dönemi’nin fikir yapısında hareketli, canlı, hatta renkli bir kişilik sergileyen Ali Suavi, kültürlü bir ailede yetişmemesine, düzenli bir eğitim almamasına karşın basın ve edebiyat dünyasında kendisini göstermiş usta bir yazardır.

Bir dönem medresede eğitim görüp dini bilgilerle yetişmesi, sonra Avrupa’ya gidip Batı kültürünü tanıması ve ona uyum sağlaması, meşrutiyeti savunması onun değişken ve canlı bir karakter yapısı olduğunu gösterir.

Bir yandan dinî eğitim almasından dolayı İslam birliğini savunması, bir yandan Meşrutiyeti desteklemesi onun çelişen bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Öyle ki bir dönem kendisini koruyup kollayan Ziya Paşa, Namık Kemal gibi isimlerin bile aleyhinde bir tavır sergiler.

Ali Suavi, Tanzimat Dönemi’nin fikir hayatının en karakteristik yapısı olan Doğu ve Batı kültürünün edinilmesinde çaba gösteren isimlerdendir.

O, dini ilimlerden felsefeye, tarihten coğrafyaya, gazetecilikten politikaya, dilden edebiyata kadar pek çok konu üzerinde yazılar yazmıştır.

Türk tarihiyle ilgili değerlendirmelerinde, Türk ırkının dünyanın en eski ve medeni ırklarından biri olduğunu savunmuş, buna bağlı olarak Türkçenin dünyanın en eski ve mükemmel dillerinden biri olduğunu belirtmiştir.

Hatta Şinasi’nin başlatmış olduğu “sade Türkçe” fikrinin özellikle gazete dilinde uygulanmasını benimsemiştir. Bu düşünceleri ile o, Türkçülük hareketinin öncüleri arasında gösterilmiştir. Bütün bunların yanında Ali Suavi’nin siyasi kimliği ön plana çıkar.

Devlet yönetiminde laiklik ilkesini savunur. Yönetimde meşrutiyet, onun en çok savunduğu sistemdir. Genç yaşta ölmesine karşın fıkıh, hukuk, tarih, coğrafya, filoloji ve biyografi türünde pek çok eser vermiştir.

Eserleri: Kamus’ül-Ulum Vel-Maarif, Ali Paşa’nın Siyaseti, Hukuk’üş Şevari, Hive Hanlığı

 

                                                                                   Hazırlayan: Yılmaz AYDIN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu